26 Mart 2010 Cuma

Bu sefer de sinemadan bir film: Büşra

Bu sefer de dün sinemada izlediğim bir filmi yazacağım sevgili okurLAR (hoşgeldin Avitannn), Büşra başrolünde türbanlı bir kızın oynadığı belki de bu açıdan Türk sinemasında bir ilki temsil eden bir film. Yapımcılığını bir çocukluk arkadaşım yaptı, filmi izlemeye giderseniz (ki Leslie filmi izleyip fikirlerini yuksek sesle soylerken orada olmak cok isterim) İtalyanlarla yapılan toplantıdaki uzun saçlı çocuk rolundedir kendisi. Konusu çok tartışmalı hiç oralara girmiycem, Büşra'dan bahseden sinema siteleri zaten tartışmalardan geçilmiyor. Film olarak bence güzeldi, çizgi romandan uyarlandığı hissediliyordu ki bu guzel bisiy ama bazı yerlerinde film mi izliyorum dizi mi diye de dusunduruyordu. Sonlarındaki kavga sahnesi Turk sinemasında izlediğim en iyi kavga sahnelerinden biriydi. Bazı yerleri amatör kokuyordu ve bazı sahneler gereksizdi. Bir de episode 4 misali backstory'si bu film olan ama filmin bittiği yerde başlayan bir film de izlemek isterim Busra 2 gibi :) Filmin son sahnesinden çok etkilendim belki de o yüzden... Izleyin derim (turbanlı kızlarla ilgili soylecek çok şeyim var ama bu ortam onun için uygun değil).

18 Mart 2010 Perşembe

Open for Suggestions

Pşşttt... Sevgili okur, izlememi istediğin bir film var mı?

17 Mart 2010 Çarşamba

A Serious Man: Beni aştı

Coen Brothers filmlerini her zaman diğer filmleri anladığımız gibi anlamak mümkün olmuyor. Ama hepsinin kendine has bir tarzı, entersan karakterleri ve güzel bir backdrop'ları oluyor. Bu da öyle bir film. Dinle, Tanrı'yla, hayatta başımıza gelen olayların anlamıyla ve what does it all mean? veya does it mean anything? ile ilgilenen bir film. Bir noktada izleyici için komik olmaya başlıyor. Sürükleyici, eğlendirici, derin mesajları olan bir film. Baştaki kısa giriş filmciğini anlamadım, komik ama tüyler ürperticiydi aynı zamanda.
Take for granted ettiğiniz bazı temel dini varsayımlarınız sorgulanabilir dikkat. Yıldız: N/A - ama izlemeli.

15 Mart 2010 Pazartesi

The Blind Side

OK. İstesen de istemesen de duygulanıyorsun bu filmde. Sanki yönetmen fool-proof bir metod bulmuş izleyicilerin içindeki hassas noktaları harekete geçiriyor. Sandra Bullock oscar aldı, haketmiş bence. Başkası aynı rolü oynasa alamayabilirdi ama Bullock kendinden alışık olmadığımız bir karakter çıkarmış. Yalnızca bu rol için seyredilebilir. Yalnız çok fazla olay olmuyor filmde, fazla bir dalgalanma yok, o yüzden uykuluyken izlemeyin derim, sonunu getiremeyebilirsiniz. (filmin başı beni heyecanlandırdı, futboldan hiç anlamayan birisi olarak)

11 Mart 2010 Perşembe

Up in the Air - is sometimes everything not?

eh! Fragmanını izlediğim için üzgün olduğum filmlerden birisi. Önemli sahnelerin çoğu fragmanda olduğu için ne bekleyeceğimi aşağı yukarı tahmin ederek izledim (filmin tonu, ritmi, tarzı beklediğim gibi çıktı). Benim için film ilk yarım saatten sonra başladı bile diyebilirim maalesef. Tamam sonuna doğru hiç beklenmedik bir twist ile karşılaştık, diğer romantik komedilerde adamın gerçek hisleriyle yüzleştiği sahneler çoğunlukla mutlu bir sonla biter, kadın da adamı istiyordur, kapı eşiğinde öpüşürler, romantik müzik çalar, hatta belki yağmur da yağıyordur.. Ama tamam bu adamcağız hayal kırıklığına uğradı, belki kalbi kırıldı, belki hatta bir kadına yeniden bağlanmak istemesi yıllarını alabilir :) Son zamanlarda - mesela 500 days of Summer'da olduğu gibi - kadınların erkeklerin kalplerini kırdığı filmler de yapılmaya başlandı. Bana direkman Ben Stiller ve Edward Norton'lu Keeping the Faith'i anımsatıyor. Bakalım böyle filmler görmeye devam edecek miyiz?

Bir de "up in the air" olma durumu var, filmi Türkçe'ye çevirdikleri gibi "aklı havada" olma durumu değil bence bu, herşeyin havada olması durumu. İnsan doğası kök salmak ister, bir evimiz, işimiz olsun; çoluk çocuk yapalım, torunlarımız olsun isteriz. İşten çıkarılınca veya erkek arkadaşımız bizi terk edince köklerimiz sarsılır, biz de. George Clooney'nin karakteri nasılsa yıllarca 'herşey havada' yaşamayı başarıyor. Ama bi yere kadar, mutlu olmadığını ancak hayatında eksik olan şeyin farkına varınca anlıyor. Yalnız ben yine de bu filmi özel kılan nedir tam olarak anlayamadım, ekonominin kötü durumda olduğu bir zamanda işten çıkarılma konusuna değindiği için mi? Sonuç olarak: eh! Beni aydınlatacak birisi varsa söylesin - bu arada evet George Clooney çok yakışıklıydı ;)

10 Mart 2010 Çarşamba

Me loves Avatar

hi hi hi. İlk yarım saatini senden dinlemiş olmakla beraber, kalan iki saati inanılmaz zevkle izledim, ve sanırım ben bu filme aşık oldum. Neresinden başlasam? Daha evvel söylenmemiş birşey söylemek mümkün mü bu filmle ilgili? Yarattıkları fantastik dünyanın harikuladeliğinden mi bahsetmeli, işlediği temaların dokunaklılığından mı, kabilenin saf duygularının ne kadar etkileyici olduğundan mı, yoksa aksiyon sahnelerinin çekimlerinden dolayı nasıl karakterlerle kolayca özdeşleşilenebildiğinden mi (kelimeye bak be!)? Filme ultra yüksek bir ön yargıyla gittiğimi kabul edersek (titanic gibi boş bir film ve "oley yaşasın dünyamız ve doğa" mesajlı bir duygu sömürüsü olacağından korkuyordum) ne kadar harika bir sürpriz ile karşılaştığımı anlatmama gerek kalmaz herhalde. Filmden çıktığımda ilk bir iki dakika küçük bir gerçek dünyaya adaptasyon problemi bile yaşadım. Önümde Türkçe konuşan adamların Na'vi'ce konuştuklarını sandım (gerçekten!), cep telefonumu açmaya çalışırken iki kere yanlış şifre girdim ve iki yıldır kullandığım şifremi hatırlamakta zorlandım! Arabama binip sizin eve doğru gelirken hayatta yapamayacağım hiçbirşey olmadığına inanıyordum! Neyse, böyle güzel etkiler bıraktı benim üzerimde. Bir de çok ağladım. Koca gözlüklerimi çıkarıp silmem gerekti birkaç kere. Jake Sully karakterinin başlardaki iticiliği dışında bu filmi gerçekten çok sevdim. Oscar'ı almadığı için de hem akademiye kızgın hem de Avatar adına üzgünüm. Umarım James Cameron'dan benzer filmler görmeye devam ederiz. See you's.

The Princess and the Frog - izleyecek başka film kalmayınca

Mini film maratonum Cumartesi günü indirdiğim iki filmin "fake" olduğunu anlamam üzerine küçük bir kesintiye uğradı ve filmlerin hepsini izleyemedim. Ama utorrent'in filmleri tekrar indirmesini beklerken daha evvelden indirdiğim The Princess and The Frog'u izledim. Çok da alakasız değil çünkü bu Disney çizgi filmi iki dalda 3 Oscar'a adaydı. Pazar günü törende umduğunu bulamasa da (Yılın en iyi çizgi filmini Up, en iyi film şarkısını ise Crazy Heart aldı.), ben hem filmi hem de müziklerini çok beğendim. Baya eğlenceli, hafif ve entertaining bir film. Karakterler süper lovable, hikayesi touching. Sevgili kurbağa'yı seslendiren kim bilmiyorum ama daha tanıdık bir ses olamaz, neredeyse Antonio Banderas diyeceğim, ama tabii ki değil, tamam buldum galiba Jesse dizisindeki adam bu! (Diego!) The Princess and The Frog diğer günümüz çizgi filmlerine benzer şekilde yalnızca çocuklara değil grown-up'lara da hitap ediyor. Unutma sevgili okur what you want and what you need are two very different things.

Şu diğer çizgi film dalındaki adaylardan Fantastic Mr. Fox (George Clooney seslendirmiş), Coraline (kitabını iki kere okudum ama 3 boyutlu olarak sinemada izleme şansım olmadı) ve The Secret of Kells (görsel olarak ilgi çekici sanıyorum bu film)'i de en yakın zamanda izlemek gerek olduğunu hatırlatıyorum.

6 Mart 2010 Cumartesi

Crazy Heart Not For Me

Tamam Jeff Bridges buyuk ihtimalle en iyi aktor odulunu alacak. Dunku Spirit Awards toreninde de, SAG odullerinde oldugu gibi En Iyi Aktor odulunu almis. Jeff Bridges'i severim. Sevmedigimi soylesem Big Lebowski hayrani yuzbinlerce dude'u cok kizdirmis olurum. Ama bu film benim icin birsey yapmadi (did not do anything for me) Napiyim? Gecen sene de For the Road muydu On the Road muydu, Reese Witherspoon'a odul getiren o filmi de izleyecek motivasyonu kendimde bulamamistim. Muzikle ilgili, muzisyenlerin hayatini anlatan filmleri zevkle izleyemiyorum kardesim napiyim? Crazy Heart'ta da uyuya kaldim. Sonlara dogru ilgimi cekmeye baslamasina ragmen. Sonunda ne oldu cok merak ediyorum, belki bir gun tekrar koyup Fast Forward'la son sahnelerini izlerim. Maggie Gyllenhaal da var. Yonetmen ayrica senaryoyu kitaptan uyarlamis. Haa bir de dunku Spirit Awards'a Precious damgasini vurmus. An Education da En iyi yabanci film odulunu almis - Ingiliz filmi ya. Optums cok. (2 gun kaldi.)

5 Mart 2010 Cuma

An Education

Cok cok guzel :) Izlemesi cok zevkli bir film. Iyi bir yonetmen/senarist ikilisinden cikma. Yonetmen Danimarkali Scherfig, bir kadin. Daha evvel Italian for Beginners ve Wilbur wants to kill Himself diye iki tane bagimsiz film cekmisti ve cok begenilmisti. Nick Hornby ise Ingiliz bir roman ve non fiction yazari, iki tane kitabi sinemaya uyarlanarak cok sevdigimiz iki tane filme donusmustu: About a boy ve High Fidelity. Bu filmde Nick Hornby direk senaryoyu yazmis. Konu cok enteresan, film 60larda geciyor. Ama kisisel fikrim film bir era filmi degil, olmaya da calismamis zaten. Gunumuze adapte edilebilecek cok yonu var. Oyunculuklar cok iyi, Peter Sarsgaard (her zaman ve her filminde kil olmusumdur bu adama, hala da tuylerimi urpertir. O yuzden onun oldugu sahneleri irkilerek izledim, ama basroldeki kiz (ki bu filmdeki roluyle Oscar'a aday) ve asil yardimci kadin oyuncu rolundeki bayan ozellikle cok basariliydi. Oscar alir mi? Bence almaz. Alfred Molina da baba rolunde cok basariliydi, ama nasil bir ana-babalik yaptilar tartisilir. Sevgiler, mutlaka izleyin.... (sanirim sinemalarda da hala oynuyor)

2 Mart 2010 Salı

Countdown to the Oscars


Pazar günkü Oscar törenine kadar her gün bir aday filmi izleyip sizinle buradan paylaşacağım sevgili okur (Leslie). 5 gün sürecek mini film maratonum şu filmleri içeriyor:


Salı: An Education
Çarşamba: Crazy Heart
Perşembe: The Blind Side
Cuma: A Serious Man
Cumartesi: Up in the Air
...ve en son Pazar günü sinemada izlenecek: Avatar (biliyorum sanırım bir tek ben kaldım bu filmi izlemeyen)

Görüşmek üzere...